SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM
Süleyman
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
Süleyman
Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
Süleyman
Aleyhisselâmın Kudüs’ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı:
Mescid-İ Aksa
Ve Sahranın Başlarına Gelenler:
Süleyman
Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı:
Süleyman
Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe’ Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini
Fethedişi:
Kur’ân-ı
Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
Süleyman
Aleyhisselâmın Vefatı:
Süleyman
Aleyhisselâmın Kabri:
Süleyman Aleyhisselamın Soyu: Başa Dön
Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu
olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Ye-hûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim
Aleyhisselâmlara dayanır.[1]
Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve
Şemaili: Başa Dön
Süleyman Aleyhisselâm; uzun boylu[2]
Beyaz tenli,
İri vücudlu,
Nurlu[3]
ve güzel[4] yüzlü[5],
Büyük gözlü[6],
Çok saçlı idi. [7]
Beyaz elbise giyerdi. [8]
Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve
Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: Başa Dön
Süleyman Aleyhisselâma; Babası
Dâvûd Aleyhisselâmın vefatından sonra, krallıkla birlikte, Peygamberlik de,
verildi. [9]
Başka bir deyişle:
Babasının Peygamberliğine,
krallığına[10],
Hikmetine ve İlmine[11] vâris
oldu. [12]
Süleyman Aleyhisselâm; krallıkta ve
Kadılıkta, Babasından üstündü. Babası ise, Allâha ibâdette, oğlundan daha
ileride idi. [13]
Gerek Dâvûd ve gerek Süleyman
Aleyhisselâmların krallıkları, Keyhusrev b.Syavş’ün asrında idi. [14]
Süleyman Aleyhisselâm, daha on bir
yaşında bir çocuk olduğu halde[15], akıl
ve ilmin çokluğundan dolayı, Babası, bir çok işlerinde[16]
onunla istişarede bulunurdu. [17]
Bir gece, bir davar sahibi,
davarını, üzüm bağı (ekin) yanında yayarken, davar, sahibinin haberi olmadan[18],
girdiği üzüm bağındaki üzüm salkımlarını yemiş, ha-rab etmişti. [19]
Ertesi günü, sabahleyin, bağ (ekin)
sahibi ile davar sahibi, Dâvûd Aleyhisselâ-mın huzuruna çıktılar.
Bağ (ekin) sahibi:
“Bu kişi, davarını, geceleyin
boşlayıp bağımın (ekinimin) içine düşürdü. Bağımdan (ekinimden) hiç bir şey
bırakmayıp hepsini yok etti!” dedi.
Dâvûd Aleyhisselâm da, davarların,
bağ (ekin) sahibine verilmesine hükmetti[20]:
“Git! Davarlar,
senindir!” dedi, davarları, bağ (ekin) sahibine verdi.
Bunlar; Dâvûd Aleyhisselâmın, o
zaman, on bir yaşında bulunan oğlu Süleyman Aleyhisselâma rastladılar.
Süleyman Aleyhisselâm, onlara:
“Aranızda, nasıl hüküm
verdi?” diye sordu.
Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü,
ona, haber verdiler. [21]
Süleyman Aleyhisselâm:
“Taraflar hakkında, bundan
başkası, daha mülayim ve uygundu. [22]
İşinizi, ben, üzerime alsaydım,
bundan başka türlü hüküm verirdim!” dedi.
Onun, bu sözünü, Dâvûd Aleyhisselâma
haber verdiler.
Dâvûd Aleyhisselâm, Süleyman
Aleyhisselâmı çağırıp ona:
“Sen, onlar arasında, bundan
başka, nasıl hüküm verirdin? [23]
Peygamberlik ve Babalık hakkı için,
daha mülayim ve uygun olanı, bana haber ver!” dedi. [24]
Süleyman Aleyhisselâm:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Bu
hususta, bundan başka, hüküm verilebilir.” dedi.
Dâvûd Aleyhisselâm:
“Ne gibi?” diye sordu. [25]
Süleyman Aleyhisselâm:
“Davarları; kuzularından,
yünlerinden -vesâir menfeatlarından- yararlanması için, bağ (ekin) sahibine
teslim edersin!
Davar sahibi de, bağın (ekinin)
eski mâmur haline gelinceye ve sahibine teslim edilinceye kadar, İslah ve
imarına çalışır, sonra, davarları, sahibine iade eder!” dedi. [26]
Dâvûd Aleyhisselâm:
“Hüküm, senin verdiğin
hükümdür!” dedi, ve buna göre, hüküm verdi. [27]
(Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde) iki
kadın, yanlarında kendilerinin iki oğlan çocukları bulunduğu halde, yolda
giderlerken, kurt gelerek onlardan, birinin (büyük kadının) çocuğunu, hemen
kapıp gider.
Bunun üzerine, (çocuğunu, kurt
kapan büyük) kadın, eşi (küçük) kadına:
“Kurt, senin, çocuğunu,
götürdü!” der.
Öbür kadın:
“Hayır! Kurt, senin çocuğunu,
götürdü!” der.
Nihayet, bu iki kadın,
muhakemelerini, Dâvûd Aleyhisselâma arz ederler.
O da, (kurtun kaptığı çocuğun,
küçük kadına), sağ kalan çocuğun da, büyük kadına aid olduğuna hükmeder.
Bunlar, muhakemeden çıkıp Dâvûd
Aleyhisselâmın oğlu Süleyman Aleyhisselâma giderler, Dâvûd Aleyhisselâmın
verdiği hükmü haber verirler.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Haydi, bana, bir bıçak
getiriniz de, çocuğu, bunların arasında ikiye ayırayım!” deyince, küçük
kadın:
“Aman, öyle yapma! Allah, sana
rahmet etsin! Bu çocuk, o kadınındır!” der.
Bunun üzerine, Süleyman
Aleyhisselâm, çocuğun, küçük kadına âid olduğuna hükmeder. [28]
Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma:
“Ey Dâvûd! Allah’ın, senden
sonra, işe, Süleymanı memur kıldığını, kendisine beyan et!” diye Vahy
edince, Dâvûd Aleyhisselâm:
“İlâhî! Bana lütufkâr olduğun
gibi, Süleymana da, lutufkâr ol!” diye niyazda bulundu.
Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma:
“Süleymana de ki: o, bana, senin
kul olduğu gibi, kul olsun da, ben de, ona, sana lutufkâr olduğum gibi,
lutufkâr olayım!” diye vahy etti.
Dâvûd Aleyhisselâm, vefat ettiği
zaman, Yüce Allah, Süleyman Aleyhisselâma: “Hacetini, benden dile!”
diye Vahy buyurdu. Süleyman Aleyhisselâm:
“Benim kalbimi de, Babamın
kalbi gibi, Sana karşı haşyet ve muhabbet taşır kılmanı dilerim!” diyerek
niyazda bulundu.
Yüce Allah; onun kalbini, dilediği
gibi, Allâha karşı haşyet ve muhabbet taşır kıld. [29]
Süleyman Aleyhisselâm; kral
oluşundan, vefatına kadar, Yüce Allah’a karşı hu-şûundan dolayı, başını semâya
kaldırmamıştır. [30] Son
derece mütevazı (alçak gönüllü) idi. Miskîn (son derece fakir)lerin yanlarına
varır, onlarla oturur: “Miskîn, miskînle oturur.” derdi. [31]
Hurma yaprağından Zenbil örüp satar[32],
elinin emeği ile geçinir[33], arpa
ekmeği yerdi. [34]
Her ayın başında altı gün,
ortasında üç gün, sonunda da, üç gün oruç tutardı. [35]
Süleyman Aleyhisselâm:
“Biz; yaşamanın, yumuşak
olanını da, sert olanını da, denedik.
Onlardan, aşağı olanını, yeterli
bulduk. [36]
İnsanlara verilmeyen şeyler, bize
verildi. İnsanlara verilmeyen ilimler, bize verildi. Fakat, şu üç kelimeden:
Öfke ve sükûnet halinde, Hilm (usluluk)den, Yoksulluk ve bolluk hâlinde,
tutumluluktan,
Gizlide ve açıkta, Allah
korkusundan daha üstün bir şey bulamadık!” demiştir. Süleyman
Aleyhisselâmın, oğluna da:
“Ey oğulcuğum! Miskinlikle
birlikte günah işlemek, ne kadar kötüdür! Hidâyetten sonra, dalâlete düşmek, ne
kadar kötüdür! Kişinin, Rabb’ine ibadet edip dururken, ibâdeti bırakması ise,
bundan daha kötüdür!” dediği de, rivayet edilir. [37]
Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs’ü Ve
Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı: Başa Dön
Mescid-i Aksa; Peygamberimiz
Aleyhisselâmın, Mîrac gecesinde uğramış olduğu[38],
İlya = Beytülmakdis Mescididir. [39]
Eshab-ı kiramdan Ebû Hüreyre,
Mescid-i Aksâ’ya[40] İiya
Mescidi veya Bey-tülmakdis Mescid’i[41]
Eshâb-ı kiramdan Ebû Saîd’ülhudrî
de: Beytülmakdis Mescidi der[42]
Dâvûd Aleyhisselâm, vefat edeceği
sırada, Beytülmakdis Mescidini tamamlamasını, Süleyman Aleyhisselâma vasiyyet
etmişti. [43]
Süleyman Aleyhisselâm; Kudüs
şehrinin çevresine, enli, uzun, beyaz taşlarla hisar yaptırdıktan sonra[44],
Hükümdarlığının dördüncü yılında Beytülmakdis’in yapısına başladı[45]
ki, bu, Yüce Allâhın; çevresini mübarek kıldığını bildirdiği Mescid-i Aksa idi. [46]
Eshab-ı kiramdan Ebû Zerr’ülgıfârî
der ki:
(Yâ Resûlallâh! Yer yüzünde ilk
kurulan Mescid, hangisidir?) diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselâm:
(Mescid-i Haram’dır!) buyurdu.
(Sonra, hangisidir) diye sordum.
(Mescid-i Aksâ’dır!) buyurdu.
(Bunların arasında ne kadar zaman
vardır?) diye sordum.
(Kırk yıldır?
Nerede namaz vakti gelirse,
namazını, orada kıl! Orası da, bir mesciddir!) bu-yurdu.” [47]
Bu Hadîs-i şerifin şerhinde,
yetkili ilim adamları; ne İbrahim Aleyhisselâmın, Kabe’nin, ne de, Süleyman
Aleyhisselâmın, Mescid-i Aksa’nın ilk yapıcısı olmadığı, ancak, nice
asırlardan sonra, bunların, yenileyicileri oldukları, Hadîs-i şerif-de geçen
kırk yıllık zamandan maksadın da, İbrahim Aleyhisselâm ile Mescid-i Aksa’nın
yenileyicileri arasında bulunan Yâkub Aleyhisselâm arasında geçen zaman olduğu
açıklanmıştır.
Filvaki,; Kabe, ilk defa Melekler
tarafından yapıldığı, sonra, Âdem Aleyhisselâm, sonra, Âdem Aleyhisselâmın
oğulları… en sonra da, İbrahim Aleyhisselâm tarafından yenilendiği gibi,
Mescid-i Aksa’da, ilk defa Âdem Aleyhisselâm veya Melekler tarafından yapılmış,
sonra, Sâm b.Nuh Aleyhisselâm, sonra, Yâkub, sonra, Dâvûd ve Süleyman
Aleyhisselâmlar tarafından yenilenmiştir.[48]
Süleyman Aleyhisselâm; Mescid-i
Aksa için, yerdeki mâdenlerden altun, gümüş ve yakut; denizden de, türlü inciler
çıkarttırdı.
Sonra, ustalar hazırlattı.
Kestirdiği türlü taşları, ustalara
yontturdu.[49]
Çam ve servi ağaçları getirtti. [50]
Ağaçlardan, biçilen tahtaları, sıra
sıra dizdirdi.
Toplanan cevherleri, düzelttirdi ve
süsletti. [51]
Mescid’in duvarlarını, beyaz, sarı
ve yeşil taşlarla ördürdü,
Direğini, hâlis, billur taştan
yaptırdı.
Tavanını, duvarlarını, inciler,
yakutlarla, türlü kıymetli cevherlerle süsletti.
Mescid’in tabanına Fîrûzec
(Safirus) denilen kıymetli taşlar döşetti.
O zaman, yer yüzünde, bu mâbedden
daha süslüsü, daha güzeli ve parlağı yoktu.
Bu Mescid; gecenin karanlığını,
dolunay gibi aydınlatırdı. [52]
İnsanlar, onun bir benzerini
görmemişlerdi. [53]
Mûsâ Aleyhisselâmdan kalan
Tâbût’ussekîne’yi de bu Beyt’ülmakdis’e koydurdu. [54]
Mescid’in köşelerinden bir köşesine
de, Abanus bir Asa dikilmişti.
Bu Asa’ya, Peygamberlerin soyundan
gelen çocuklardan birisi, dokunsa, ona, hiç bir zarar vermezdi.
Fakat, onlardan başkası, dokunsa,
eli, yanardı. [55]
Süleyman Aleyhisselâm, Mescid’in
yapı işinden boşaldığı zaman[56],
Sahra’-nın üzerine bir kurban götürüp kesti ve:
“Ey Allâhım! Bana, bu mülk’ü
saltanatı, Sen, bağışladın!
Üzerimdeki ihsan, Sendendir!
Sen, beni, yer yüzüne Halîfen
yaptın!
Hamd, sana mahsustur.
Ey Allâhım! Bu Mescid’e giren kimse
hakkında, benim, Senden dileğim şudur:
Buraya girip içinde halisane iki
rekât namaz kılan kimse, anasından doğduğu gündeki gibi günahından çıkıp
arınsın!
Buraya giren günahkâr, günahına
tevbe etsin. Korkuya kapılanı, emniyete, güvenliğe kavuştur! Hasta olana, şifâ
ver! Kıtlığa uğrayana, bolluk ve zenginlik ihsan et!
Duamı kabul buyurup dileklerimi
ihsan ettiğin zaman, Kurban’ımın kabulünü, onun alâmeti kıl!” diyerek düa
etti.
Bunun üzerine, gökten bir ateş
indi. Şarkla garp arasını kapladı. Sonra, boynunu uzatıp,kurbanı yüklenerek
göğe yükseltti.
Süleyman Aleyhisselâm, bundan
sonra, İsrail oğullarının bilginlerini, Me.^’d-de topladı. Onlara, Mescid’in
Allah için yapıldığını bildirdi. [57]
O günü de, Bayram edindi. [58]
Yeryüzünde, o günki Bayramdan daha
büyük ve yemesi, içmesi, o günkünden daha bol bir Bayram edinilmemişti.
Binlerce deve, sığır ve davar boğazlanmış[59] buna,
on dört gün devam edilmişti. [60]
Süleyman Aleyhisselâm;
Beytülmakdis’in, Mescid-i Aksa’nın yapımını tamamladıktan sonra, kendisi için
de, bir Beyt (Mâbed) yapmıştı ki, bu da, Kamame kilisesi diye anılagelen ve
Hıristiyanlarca Kuduste Ulu Kilise sayılan kilisedir. [61]
Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına
Gelenler: Başa Dön
Kudüs’ün, Buhtunnassar tarafından
zabt ve tahribi sırasında Mescid-i Aksa da, yıkılmış, bir müddet sonra, Fars
krallarından Behmen’in müsaadesiyle yeniden yapılan Beytülmakdis’i, Hirodos
oğulları, Süleyman Aleyhisselâmın yaptığı şekilde ikmal etmişlerdi.
Fakat, Rum krallarından Titoş, onu,
tekrar yıktırmış, yerine, ekin ektirmişti.
Rumların, Hıristiyanlığı kabullerinden
sonra, Konstantin’in Annesi, Haç’ın gömüldüğü çöplükten Haçı çıkarttırarak,
yerine, Kamame Kilisesi diye anılan Kiliseyi yaptırmış (ibn.Haidun-Tarih
d,s.296-297), Yahudilerin Kıblesi olan Sahra’yı da, onların yaptıklarına ceza
olmak üzere, süprüntülük yaptırmak suretiyle akıllarınca ÖC almak İStemİŞ[62],
Sahra, Hz.Ömer’in, Kudüs’ü fethine kadar, böylece, süprüntülük ve çöplük
olarak
kalmıştı.[63]
Hz.Ömer, Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâmın İsrâ gecesinde Beytül-makdis’e girmiş olduğu yerden girip Davud
Aleyhisselâmın Mihrabında iki rekât Tahiyyetülmescid kıldı.
Ertesi günü, orada sabah namazını
da, Müslümanlara kıldırdı.
Birinci rekâtta Sad sûresini okuyup
secde etti, Müslümanlar da, kendisiyle birlikte secde ettiler.
İkinci rekâtta İsrâ (Benî İsrail)
sûresini okudu.
Sonra, Sahra’ya vardı.
Kâ’bul’ahbar’dan, onun yerini göstermesini istedi.
Kâ’b’ulahbar, arka tarafı işaret
edince, Hz.Ömer: “Sen, Yahûdiye benzedin! Yahudiliğe özendin!” dedi.
Sonra, Sahra’dan, toprakları,
Ridasının ve kaftanının etekleriyle taşımağa başladı. Müslümanlar da,
kendisiyle birlikte böyle yaptılar.[64]
Sahra’nın üzeri, toprak ve
süprüntülerden temizlenince, üzerine, Kır Mescidi tarzında bir Mescid yapıldı.
tmevi Vteüitelef möen» e^iıö
‘D.NDö.tiiTneiiK-, Nıescıtn Vıatam, \$ıesütw \*«8ae>»s >»e Dımaşk Mescidi
hakkında yaptığı gibi, duvarlarını yükseltmek ve sağlamlaştırmak suretiyle,
onun da, imarına himmet edip adını hayırla andırdı.
Hicrî beşinci yüz yılda
Müslümanların, Mısır, Şam ve Hicaz ülkelerindeki hâkimiyetlerinin
zayıflamasından yararlanan Haçlılar, Şam taraflarıyla Kudüs’ü ellerine
geçirince, Sahra Mescidini yıkıp yerine, büyük bir kilise yapmışlar[65],
kubbesinin başına da, altundan, kocaman bir Haç takmışlardı.[66]
Kudüs, böylece, doksan iki yıl,
Hıristiyanların elinde kaldı.[67]
Hicrî beşinci asrın sonlarına
doğru, İslam Mücahidlerinden Salahaddin-i Eyyû-bî, Haçlılarla savaşa savaşa,
Şam taraftarıyla Kudüs’ü, onların ellerinden kurtardı. [68]
Müslümanlar, Sahra kubbesinin
üzerine çıkıp büyük altun Haçı sökerek yere düşürdükleri zaman, Hıristiyanların
üzüntülerinden kopardıkları çığlıklarla, Müslümanların sevinçlerinden
getirdikleri Tekbirlerle yerler sarsıldı [69]
Mescid-i Aksa, içindeki Haçlardan,
Çanlardan, Ruhbanlardan, dolaşan domuzlardan, içindeki, dışındaki bütün pisliklerden
temizlendi. İslâm devrinde olduğu hale getirildi.
Mü’min ve Müslümanlar Mescid-i
Aksâ’nın içine girdiler. Ezanlar, okundu. Kur’ân-ı Kerim tilâvet olundu.
Yerlere sergiler serildi. Direklere kandiller asıldı.[70]
Halebde yapılmış olan Kıymetli Minber de, getirilip yerleştirildi[71]
O güne kadar ziyaretçilere örtülü,
kapalı bulundurulan Sahra da, önce, temiz su ile, sonra da, gül suyu ve miskle
yıkanarak ziyaretçilerin gözleri önüne serildi.[72]
Salahaddin-i Eyyûbî,
Hıristiyanların, Sahra üzerinde yaptıkları ve övündükleri büyük kiliseyi de,
yıktırıp yerine, bugün mevcud olan Sahra Mescidini yaptırdı.[73]
İkinci cuma namazını da,
Müslümanlarla birlikte orada kıldı.
Mescid-i Aksâ’nın imarı için hiç
bir fedakârlıktan geri durmadı.[74]
Allah, ondan razı olsun![75]
Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve
Fütuhatı: Başa Dön
Süleyman Aleyhisselâm; kendisinden
başka hiç kimseye lâyık olmayan bir mülk ve saltanat vermesini, Rabb’ından
dilemişti.
Yüce Allah, duasını kabul edip onu
da, kendisine verdi.[76]
İnsanları, cinleri, kuşları ve rüzgârı, ona, uysal kıldı. [77]
Meclisine gitmek üzre, evinden
çıktığı zaman, kuşlar, onun başının üzerinden ayrılmazlar, Meclisine vardığı
zaman da, insanlar ve cinler, kendisine kıyam eder, Serir’ine oturuncaya kadar,
ayakta dururlardı. [78]
Çok savaşçı idi. Savaşmaktan,
oturmağa vakit bulamazdı. [79]
Yer yüzünün ne tarafında bir kral
bulunduğunu, işitse, hemen gidip onu, ye-ner ve kendisine, boyun eğdirirdi.
Savaşa çıkmak istediği zaman,
askerlerine emreder, tahtadan bir ulaştırma Döşeği (Uçağı) yapılır[80],
o tahta Döşeğin üzerine de, kendisinin tahta Serîr’i, yerleştirilirdi.
Savaş erleri, savaş araçlarını ve
savaş hayvanlarını da, bindirdikten sonra, şiddetle esici rüzgâra emreder,
rüzgâr da, bu tahta uçağın altına girip onu, yerden kaldırınca, Süleyman
Aleyhisselâm, nereye gitmek isterse, kendilerini, oraya götürmesini, yumuşak
ve mülayim esen yel’e, emrederdi.
O da, tahta uçağı götürürken, o
kadar yumuşak eserdi ki, üzerinden geçip gittiği tarlanın ekinlerini bile
kımıldatmazdı.
Sebe’ sûresinin on ikinci âyetinde
açıklandığı gibi, rüzgârın sabahı ve akşamı, birer aylık yoldu.’[81]
İbn.İshak (85-151 Hicrî), der ki:
“Bana, Dicle taraflarından bir
konak yerinde konaklayan bir zat, orada, Süleyman Aleyhisselâmın Eshabından,
ya bir cin, ya da, bir insan tarafından yazılmış bir yazı bulduğunu ve o
yazıda:
“Biz, buraya konduk. Hiç bir
şey bina etmedik. Amma, burayı, bina edilmiş bulduk.
Sabahleyin, Istahr’dan hareket
etmiştik.
Biz, buradan da, inşâallah,
akşamleyin kalkıp Şam’da geceleyeceğiz! demiştik.” diye yazılı olduğunu,
anlattı.”[82]
Süleyman Aleyhisselâm, Şam’dan
Irak’a kadar olan yerleri fethetti. Horasan’ı da, bu yerlere kattı. Belh
şehrine indi. Orası, bundan önce kurulmuştu. Oradan dönüp Irak’a indi.
Keyhüsrev, Süleyman Aleyhisselâmın,
Irak toprağına indiğini işitince korktu. Üzüntüsünden, zayıfladı. Çok geçmeden
de, öldü.
Süleyman Aleyhisselâm, Iraktan,
Merv’e ilerledi.
Sonra, Belh’a vardı.
Belh’dan, Türk beldelerine, ansızın
baskın yaptı.
Oradan, Çin beldelerine geçti.
Sonra, doğudan, sağlayarak deniz
sahili yoluyla Kındıhar’a geldi.
Oradan Keşker’e ilerledi.
Sonra, Şam’a döndü, ve Tedmür’e
kavuştu. Orası, kendisinin vatan edindiği yer’di.[83]
Rüzgâr; Allah’ın emriyle, Süleyman
Aleyhisselâmın, istediği yere gidiş ve gelişini sağlamakla kalmaz, aynı
zamanda, herkesin konuştukları şeyleri de, ona, iletir, haber verirdi. [84]
Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
rüzgâra binerek bir ekincinin üzerinden geçip giderken, ekinci başını
kaldırdı. Ona, baktı, ve:
“Dâvûd Hanedanına büyük bir
mülk ve saltanat verilmiştir!” dedi.
Rüzgâr, onun, bu sözünü, Süleyman
Aleyhisselâmın kulağına eriştirince, Süleyman Aleyhisselâm, yere indi ve
ekincinin yanına vardı. Ona:
“Ben, senin söylediğin sözü
işittim ve senin yanına, ancak, güc yetiremeyece-ğin şeyi temenni etme! demek
için indim.
Allah’ın, senden kabul edeceği bir
tek teşbih, Dâvûd Hanedanına verilen şeylerden daha hayırlıdır!” dedi.
Bunun üzerine, ekinci, Süleyman
Aleyhisselâma:
“Sen, benim üzüntümü
giderdiğin gibi, Allah da, senin üzüntünü, gidersin!” dedi. [85]
Süleyman Aleyhisselâm; ordusu ile,
Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca:
“Ey karıncalar! Yuvalarınıza,
giriniz!
Sakın, Süleyman ve ordusu, sizi
-bilmeyerek- kırmasın!” demişti.
Süleyman Aleyhisselâm, onun bu
sözünden, gülercesine gülümsedi de,
“Ey Rabb’im! Bana ve ana ve babama
lütfettiğin nimetine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) Senin razı
olacağın iyi (işler) yapmamı, bana ilham et!
Rahmetinle beni de, (Cennette)
Salih kullarının arasına idhal et!” dedi.
[86]
Rivayete göre: Süleyman
Aleyhisselâm, karıncanın söylediğini, işittince, üzerine, indi ve:
“Onu, bana getiriniz!”
dedi.
Getirdiler.
Süleyman Aleyhisselâm, ona:
“Sen, ne için karıncaları,
sakındırdın?
Benim, zâlim olduğumu mu işittiniz?
Yoksa, benim, adaletli bir
Peygamber olduğumu mu bilemediniz?
Ne için onlara:
“Sizi, Süleyman ve ordusu
kırmasın! dedin?” diye sordu.
Karınca:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Sen,
benim sözümdeki (Onlar, bilmeden) kaydını işitmedin mi?
Bununla beraber, benim, can kırma
sözümden maksadım, ancak, kalblerin kırılması idi.
Senin bir şey vermeni temenni edip
fitneye düşmekten, sana bakmakla meşgul olup Allah’ı Teşbih etmekten geri
kalmaktan korktum!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Bana, öğüt ver!” dedi.
Karınca:
“Babana, Dâvûd isminin ne için
konulduğunu, biliyor musun?” diye sordu.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Hayır! Bilmiyorum!”
dedi.
Karınca:
“O, kalb yarasını, tedavi
etsin diye verildi!” dedi.
“Sana, Süleyman isminin ne
için konulduğunu, biliyor musun?” diye sordu.
Karınca:
“Göğsüne selâmet verilinceye
kadar dayanasın ve Baban Davud’a erişmeye müstehak olasın diye
verilmiştir!” dedi.
Sonra da:
“Yüce Allah’ın, sana, rüzgârı,
ne için uysal kıldığını, biliyor musun?” diye sordu.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Hayır! Bilmiyorum!”
dedi.
Karınca:
“Dünyanın tümünün, esen, gelip
geçen bir Yel’den ibaret bulunduğunu sana haber vermek için!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın
sözlerine hayrette kalarak gülercesine gülümsedi ve Nemi sûresinin on
dokuzuncu âyetinde açıklanan duasını tekrarladı.[87]
Süleyman Aleyhisselâm, halkı,
yağmur duasına çıkarmıştı.
Orada bir karınca kafasının üzerine
yatıp ayaklarını, semaya kaldırmış ve:
“Ey Allâhım! Ben, Senin
yaratıklarından bir yaratık’ım.
Sen, bizi, yağmurunla sulasan da,
Sen, bizi, kuraklıktan helak etsen de, biz,
Senin rızkından müstağnî
değiliz!” diyordu. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm; halka:
“Geri dönünüz! Siz, sizden
başkasının düasıyla yağmura kavuşturuldunuz!” dedi. [88]
Ölüm Meleği, bir gün, Süleyman
Aleyhisselâmın yanına girip yanında oturanlardan, bir adama, uzun uzun bakmış
durmuştu.
Ölüm Meleği çıkıp gittiği zaman,
adam, Süleyman Aleyhisselâma:
“Kim bu?” diye sordu.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Ölüm Meleğidir!” dedi.
Adam:
“Onun, bana, bakışı, sanki,
beni öldürmek istiyor gibiydi!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm ona:
“Peki, şimdi, benim, sana ne
yapmamı istiyorsun?” diye sordu.
Adam:
“Beni, rüzgâra bindirmeni ve
Hindistana bıraktırmanı, istiyorum!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm, rüzgârı
çağırdı. Adamı, onun üzerine bindirip Hindistana bıraktırdı.
Bundan sonra, Ölüm Meleği, Süleyman
Aleyhisselâmın yanına geldi. Süleyman Aleyhisselâm, ona:
“Sen, yanımda oturanlardan,
bir adama, niçin uzun uzun bakmıştın?” diye sordu. Ölüm Meleği:
“Ben, onun ruhunu,
Hindistan’da almakla emrolunduğum halde, kendisinin, senin yanında bulunuşuna
hayret etmiştim.” dedi.[89]
Süleyman Aleyhisselâmın Hacca
Gidişi, Sebe’ Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi: Başa Dön
Süleyman Aleyhisselâm; İlya = Kudüs
Mescid’inin yapımından boşaldıktan sonra, Tihâme yolunu tuttu.
Allah’ın Beyt-i Haramını, Tavaf
etti ve ona, örtü örttürdü. Onun yanında kurban kestirdi.
Orada, yedi gün oturduktan sonra,
San’â’ya ilerledi. Sebe’ kraliçesinin Müslüman olmasını sağladı.
Şam’a, döndü.
Mağrib beldelerine, Endelüs, Tanca,
Franca, Ifrikıye ve Ken’an b.Ham, b.Nûh Aleyhisselâm oğullarının beldelerinden
olan taraflarına hâkim olan Zorba kralı yenip kendisini, bir olan Allah’a
imana ve putları bırakmağa davet etti. Küfründe, direnince, öldürdü. [90]
Kur’ân-ı Kerimin Süleyman
Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması: Başa Dön
“Süleyman’a da, rüzgârı,
(Müsahhar kıldık)ki, sabahı bir ayflık yol), akşamı, bir ay(lık yol)du.
Erimiş bakır mâdenini, ona, sel
gibi akıttık.
Onun önünde -Rabbinin izniyle- iş
gören bazı cinler de, vardı.
İçlerinden, kim bizim emrimizden
ayrılıp saparsa, ona, çılgın azabdan tattınrdık.
O, kalelerden, heykellerden, büyük
havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlardan, ne dilerse, kendisine
yaparlardı.
Ey Dâvûd Hanedanı! Siz, (Allah’a)
şükür için çalıştınız!
Kullarımdan (hakkıyle) şükreden,
azdır. [91]
“Andoisun ki: biz, Dâvûd’a ve
Süleyman’a i\im vermişizdir.
(Bundan dolayı) onlar:
“Bizi, Mü’min kullarının bir
çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun!” dediler.
Süleyman, Davud’a, mirasçı oldu.
(Süleyman):
“Ey insanlar! Bize, kuşların
dili öğretildi.
Bize, her şeyden verildi.
Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün
ta kendisidir!” dedi.
Süleyman’ın, cinlerden,
insanlardan, kuşlardan orduları toplandı.
İşte, bütün bunlar, (onun
tarafından) zabt ve idare ediliyorlardı.
Hattâ, Karınca vadisi üzerine
geldikleri zaman (dişi) bir karınca:
“Ey Karıncalar! Yuvalarınıza giriniz!
Sakın, Süleyman ve ordusu
-kendileri, bilmeyerek- sizi kırmasın!” dedi.
(Süleyman) onun bu sözünden
gülercesine gülümsedi de:
“Ey Rabb’im Bana ve Ana ve
Babama lütfettiğin nimetine şükr etmemi ve (geride kalan ömrüm içinde) Senin
razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana, ilham et!
Rahmetinle beni de (Cennette) sâlih
kulların arasına idhal et!” dedi.
(Süleyman) kuşları araştırıp:
“Hüdhüd’ü, neye görmüyorum?
Yoksa, gaiblerden mi (oldu)?
Onu, her halde çetin bir azaba
uğratacağım!
Yâhud, onu, mutlaka, kestireceğim,
ya da, bana, açık ve kat’îbir Burhan getirir!” dedi.
Derken, (Hüdhüd) çok geçmeden
geldi:
“Ben, senin muttali’ olmadığın
bir (hakîkat)a vâkıf oldum: Sebe’den, Sana, çok doğru (ve mühim) bir haber
getirdim.
Hakikat, orada, bir kadını, onlara hükümdarlık
eder buldum.
Kendisine, her şey verilmiştir.
Onun, bir de, çok büyük bir Taht’ı
var.
(Gerek) onu, (gerek) kavmini,
Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlarken buldum (gördüm).
Şeytan, onların yaptıklarını,
süslemiş te, kendilerini yoldan alıkoymuş (saptırmış) Onun için, onlar doğru
yola giremiyorlar.
(Bunu) göklerdeki ve yerdeki her
gizliyi (meydana) çıkaran, (kalblerinde)ne gizliyorlar, ne açıklayorlarsa,
(hepsini) bilen Allâha secde etmesinler diye (yapıyorlar)
Allah, O’dur ki, O, büyük Arş’in Sahibi
olan ve O, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayandır.” dedi.
(Süleyman):
“Bakalım doğru mu söyledin,
yoksa, yalancılardan mı oldun?
Şu mektubumu götür, onu,
kendilerine bırak!
Sonra, onlardan biraz çekil de,
bak, neye dönecekler (Ne cevap verecekler?) dedi.
(Sebe’ kıraliçesi):
“Ey İleri gelenler! Hakikat,
bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı ki, o, Süleyman-dandır ve o, hakfkatan,
Rahman ve Rahfm olan Allâhın adiyle.
Bana karşı, baş kaldırmayınız!
Müslümanlar olarak bana
geliniz!” diye (yazılmıştır)
Ey ileri gelenler! Bana, (bu) işim
hakkında bir rey veriniz!
Siz, huzurumda bulununcaya kadar,
ben, hiç bir işte kat’î(bir hüküm sahibi) olamadım. ” dedi.
“Biz, güc, kuvvet sahihleri,
çetin savaş erbabıyız. Emir, sana âiddir.
Bak, sen, ne emredeceksin.”
elediler. (Kraliçe):
Şüphesiz ki: hükümdarlar, bir
memlekete girdikleri zaman, orasını, perişan ederler.
Halkından, şerefli olanları, hor ve
hakir kılarlar. Bunlar da, böyle yapacaklardır.
Ben, onlara, bir hediye göndereyim,
de, Elçiler, ne (cevap) ile dönecek bakayım?” dedi.
Bunun üzerine, vaktâ ki, (o
gönderilen heyet) Süleymana geldi.
(Süleyman):
“Siz, bana, mal ile yardım mı
ediyorsunuz!?
İşte, Allah’ın, bana verdiği
(nimetler ki, onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır.
Belki, siz, hediyenizle
böbürlenirsiniz.
(Ey elçi heyet başkanı!) dön
onlara!
And olsun ki önüne geçemeyecekleri
ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakir oldukları halde, oradan
çıkarırım!” dedi.
(Süleyman, kendi maiyetindekilere
de) ey ileri gelenler! Onun (Belkısin) Tahtını, kendilerinin, bana, Müslüman
olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana, getirir?” dedi.
Cinden bir İfrit:
“Sen, Makamından kalkmadan,
ben, onu, sana getiririm!
Ben, buna karşı, her halde,
güvenilecek bir güce mâlikim!” dedi.
Nezdinde Kitabdan bir ilim bulunan
(Âsaf b.Berhıya):
“Ben, gözün, sana dönmeden
(gözünü yumup açmadan) önce, onu, sana getiririm!” dedi.
Vaktâ ki (Süleyman), onu (Tahtı)
yanında durur bir halde gördü: “Bu, Rabbımın fazi (ve lutf’undan)dır.
Şükür mü edeceğim, yoksa, nankörlük
mü edeceğim, beni, imtihan ettiği içindir (bu).
Kim şükr ederse, kendi yararınadır,
kim de, nankörlük ederse, şüphe yok ki Rab-bım (onun şükründen) tamamen
müstağnidir.
(Hem O) Hakkıyle kerem
sahibidir.” dedi.
(Süleyman):
“Onun Tahtını, bilinmez bir
şekle getiriniz.
bakalım (tanımaya) muvaffak olacak
mı, yoksa, muvaffak olamayacaklardan mı olacak?” dedi.
Artık (Belkıs) gelince, ona:
“Senin Taht’ın böyle mi idi?” denildi. (Belkıs):
“Sanki, bu, odur!
Ondan önce de, bize ilim
verilmişti, ve biz, Müslüman olmuştuk! dedi. (Hayır!) Onun, Allah’ı bırakıp
tapmakta devam ettiği şey, kendisinin İslâmiyeti)ne mani olmuştu.
Hakıkatta, o kâfirler gürûhundandı.
Ona:
“Köşk’e, gir!” denildi.
(Belkıs) onu, görünce, derin bir su
sandı.
İki ayağını aç(ıp sıva)dı.
(Süleyman):
“O, hakîkatan, sırçadan
yapılmış, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıktır.” dedi.
(Belkıs)
“Ey Rabb’ım! Hakikat, ben,
kendime yazık etmişim.
Süleyman’ın maiyetinde, âlemlerin
Rabb’ı olan Allâha teslim oldum (Müslüman oldum) dedi. [92]
Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı: Başa Dön
Süleyman Aleyhisselâm; ibâdet için [93],
bazan bir yıl, iki yıl,
Bazan bir ay, iki ay,
Bazan da, bundan daha az veya çok
müddet, Beytülmakdis’te tek başına kalırdı.
Kendisinin yeyeceği, içeceği de,
oraya götürülürdü.
Vefatıyle neticelenen son defaki
kalışında da, yiyeceği, içeceği götürülüp yanına konulmuştu. [94]
Süleyman Aleyhisselâm, böyle yalnız
başına kalmayı âdet edindiği Beytülmakdis’te namaz kılarken[95],
hiç bir gün olmazdı ki, sabaha çıksın da, orada, bir ağaç bitmemiş olsun! [96]
Başka bir deyişle: hiç bir namaz
kılmazdı ki, önünde, bitmiş bir ağaç bulunmasın. [97]
Süleyman Aleyhisselâm,
namazgahında, namaza durduğu zaman[98],
önünde bitmiş olan ağacı görünc[99],
yanına varır[100],
ona:
“Senin ismin nedir?” diye
sorar, ağaç ta:
“İsmim şöyle! şöyle!”
derdi.
Süleyman Aleyhisselâm, ona:
“Sen, ne şey içinsin?”
diye sorar,
Oda:
“Şunun, şunun için!”
derdi. [101]
Kesilecek bir ağaçsa, Süleyman
Aleyhisselâm, emreder, o ağaç, kesilirdi. [102]
Eğer, o ağaç, dikilmek için,
bitmişse[103],
onun üzerine:
“Filan yere, şöyle şöyle
dikilecektir!” diye yazılı[104]
dikilirdi. [105]
Eğer, biten ağaç, deva için, bitmiş
olur[106]:
“Şu derde, şu derde deva için,
bittim!” derse[107],
onun üzerine:
“Şu derde, şu derde
devadır!” diye[108]
yazılır[109] ve
onun için gereği, ya-pılırdı. [110]
İşte, Tıb fennindeki nebatla
tedavî, bunun üzerine kurulmuştur[111]
Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
namaz kıldığı sırada, önünde bir ağacın bitmiş olduğunu, gördü. [112]
Ona:
“Senin ismin nedir?” diye
sordu.[113]
Ağaç:
“Harrub![114]
Harnub! [115] Harnûbe! [116]
Ben, Harrûbe’yim!” dedi. [117]
Süleyman Aleyhisselâm, ona:
“Sen, ne şey içinsin?”
diye sordu.
Ağaç:
Ben, şu Mescidi harabetmek için’im!
dedi. [118]
Süleyman Aleyhisselâm:
“Ben, sağ iken, Allah, bu
Mescidi, harap etmeyecektir!
Demek, benim ölümüm ve
Beytülmakdis’in harap oluşu, senin yüzündendir hâ!” dedi ve hemen, onu
söktü. [119] Kendisine aid bahçeye dikti. [120]
Süleyman Aleyhisselâm; dayanmak
için, Harrûbe ağacından, kendisine bir Asa yontturdu. [121]
Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
Ölüm Meleğine:
“Benim ruhumu, almak istediğin
zaman, bana, bildir!” demişti.
Ölüm Meleği:
“Ben, bunu, senden daha iyi
biliyor değilim!
Bu bilgi; ancak, bana bırakılacak
ve içinde, ölecek kimsenin ismi anılacak yazıda bulunur. [122]
İçinde isimler bulunan kitab ise,
bana, ancak, Arş’ın altında olduğum zaman bırakılırdır.” dedi. [123]
Süleyman Aleyhisselâm, Ölüm Meleğine:
“Öyle ise, sana, benim
hakkımda emir verildiği zaman, bana, bildir!” dedi. [124]
Nihayet, bir gün, Ölüm Meleği
gelip:
“Ey Süleyman! Senin hakkında,
bana emir verilmiş bulunuyor!
Senin, azıcık bir vaktin
kaldı!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm, sabahleyin, köşküne
girdi. Kapıları, kilitlemelerini emr ve halkı, yanına girmekten men etti.
Sonra, eline Asasını alıp
koltuğunun altına yerleştirdi, ve ayakta ona dayanarak ülkesine doğru bakınca,
güzel yüzlü, üzerinde beyaz elbise bulunan bir genç adam gördü.
Genç adam, köşkün bir tarafından,
kendisinin yanına giriverdi.
“Esselâmü aleyke yâ
Süleyman!” diyerek selâm verdi.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Ve aleykesselâm!
Sen, benim iznim olmadan, bu köşke
nasıl girdin?!
Ben, herkesi, buraya girmekten men
etmiştim.
Kapıcılar, Perdedarlar, seni, men
etmedi mi?
Sen, benim iznim olmadan, köşküme
girdiğin zaman, benden, korkmadın mı?” dedi.
Genç adam:
“Ben, o kimseyim ki: bana, ne
Perdedarlar, ne Kapıcılar mâni olabilirdir, ne de, ben, krallardan korkarım!
Hem ben, bu köşke, izinsiz girmiş
de, değilim!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Senin buraya girmene kim izin
verdi?” diye sordu.
Genç adam:
“Rabb’ım!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm, onun Ölüm
Meleği olduğunu, anlayınca, ürperdi.
“Demek, sen, Ölüm
Meleğisin!” dedi.
Ölüm Meleği:
“Evet!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Ne için geldin?” diye
sordu.
Ölüm Meleği:
“Senin ruhunu kabz
edeceğim!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm:
Ey Ölüm meleği! Ben, bu gün,
adamlarımı, yanıma toplayıp onlardan, beni, neşelendirmelerini ve bana, tasa
verecek bir şey işittirmemelerini istemiştim!” dedi.
Ölüm Meleği:
“Ey Süleyman! Sen, ancak, seni
neşelendirecek, içinde sana tasa verici bir şey bulunmayan bir günü yaşamak
istiyorsun!
Halbuki, böyle bir gün, dünyada
yaratılmamıştır.
Rabbının hükmüne razı ol!
Çünki, bu, reddine asla çâre
olmayacak bir hükümdür!” dedi.
Süleyman Aleyhisselâm:
“Öyle ise, emrolunduğun gibi,
vazifeni, yerine getir!” dedi.
Bunun üzerine, Ölüm Meleği;
Süleyman Aleyhisselâmın ruhunu, kendisi ayakta, Asasına dayanmış olduğu halde,
kabz etti. [125]
O zaman, Süleyman Aleyhisselâm,
elli küsur yaşında[126],
elli iki yaşında[127] veya
elli üç yaşında idi. [128]
Ona ve gönderilen bütün
Peygamberlere selâm olsun!
Süleyman Aleyhisselâmın vefat
ettiğini, cinler, şeytanlar, bir yıl anlayamadılar.
Süleyman Aleyhisselâmın dayandığı
Asayı, ağaç kurdunun, içinden yeyip zayıflattığı ve Süleyman Aleyhisselâm,
yere yıkıldığı zaman, cinler ve şeytanlar, onun vefat ettiğini anladılar. [129]
Bu husus Kur’ân-ı kerimde şöyle
açıklanır:
“Sonra, biz, ona ölüm hükmünü
infaz edince (dayandığı) Asasını, yemekte olan ağaç kurdundan başka bir şey,
bunun ölümünü, onlara göstermedi.
Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı
zaman, besbelli oldu ki, eğer, cinler, gaybı bilmiş olsalardı, öyle horlayıcı
bir azab (meşakkatli işler) içinde kalıp durmazlardı. [130]
Süleyman Aleyhisselâmın Kabri: Başa Dön
Rivayete göre: Süleyman
Aleyhisselâm, Babası Dâvûd Aleyhisselâmın kabrinin yanına gömülmüştür. [131]
[1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.55.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/205.
[2] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.253.
[3] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâiebî-Arais s.293.
ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.
[4] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.229.
[5] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.
[6] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257.
[7] Taberî-Tarih c.!,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.
[8] Taberî c.1,s.253, Salebi s.293, ibn.Asâkir c.6,s.257,
İbn.Esîr c.1,s.229.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/205.
[9] Taberî-Tarih c.1,s.252.
[10] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18.
[11] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.
[12] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18.
[13] Sâlebî-Arais s.292.
[14] Dîneverî-El’ahbar s.20.
[15] Sâlebî-Arais s.289, Nesefî-Medarik c.3,s.85.
[16] Sâlebî-Arais s.293.
[17] Sâlebî-Arais s.293, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.253,
ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.229.
[18] Sâlebî-Arais s.289.
[19] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
Sâlebî-Arais s.289, İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.254, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.
[20] Taberî-Tarih c.1 ,s.253, Hâkim-Müstedrek C.2.S.588,
Sâlebî-Arais s.289, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.228, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186..
[21] Sâlebî-Arais s.289.
[22] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85.
[23] Sâlebi-Arais s.289-290, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.
[24] Sâlebî-Arais s.290
[25] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.254
[26] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
Sâlebî-Arais s.288-289, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Nesefî-Medarik c.3,s.85,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.85.
[27] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85.
[28] Ahmed b.Hanbel-Müsned C.2.S.322, 340, Buharî-Sahih
c.4,s. 136-137, Nesaî-Sünen c.8,s.235-236, Ebülfida-Tefsir C.3.S.187.
[29] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.257.
[30] İbn.Ebî Şeybe-Musannef C.13.S.206.
[31] Sâlebî-Arais s.293.
[32] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115, İbn.Asâkir-Tarih
c.2,s.361.
[33] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O.
[34] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115.
[35] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.
[36] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O5, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.51, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih
c.6,s.271.
[37] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51-53.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/205-209.
[38] isra: 1
[39] İbn.ishak-Kitabülmübteda velmeb’as c.),s.274
[40] Müslim-Sahih c.2,s.1O14
[41] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.7 , Müslim-Sahih
c.2,s.1O15
[42] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.45,53
[43] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228
[44] Salebi-Arais s.308, ibn.Esir Kâmil c.1,s.228
[45] Salebi-Arais s.328, Muhiddin b.Arabi-Muhadara
c.1,s.134, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32
[46] Mes’udî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.308
[47] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.15O, Buharî-Sahih
c.4,s.117, Müslim-Sahih c.1,s.37O, İbn.Mace-Sünen c.1,s.248, Nesai-Sünen
c.2,s.32
[48] ibn.Hacer-Fethuibârî c.6,s.290-291.
[49] Sâiebî-Arais s.308.
[50] Yâkubî-Tarih c.1,s.58.
[51] Sâlebî-Arais s.308-309.
[52] Sâlebî-Arais s.310.
[53] Dîneverî-El’ahbar s.21.
[54] Yâkubî-Tarih c.1,s.58.
[55] Sâlebî-Arais s.310.
[56] Sâlebî-Arais s.328, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar
c 1 s 134.
[57] Sâlebî-Arais s.310
[58] Yâkubî-Tarih c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.310
[59] Sâlebî-Arais s.310
[60] Yâkubî-Tarih c.ı,s.58.
[61] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57-58..
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/209-212.
[62] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.7,s.56, İbn.Haldun-Tarih
c.1,s.297.
[63] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.
[64] Ebülfida-Elbidaye vennihayec.7,s.55-56.
[65] İbn.Haldun- c.ı!s.297.
[66] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551.
[67] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c,12,s.323.
[68] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.
[69] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.551.
[70] Ebüifida-Eibidayevennihayec.i2,s.324-325.
[71] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551-552, Ebülfida-Elbidaye
c.12,s.326
[72] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.12,s.324.
[73] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.
[74] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.552.
[75] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/212-213.
[76] Sâd: 35, Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-arais s.293,
ibn.Esîr-kâmil c.1,s.229.
[77] Taberî-Tarih c.1,s.252 , İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.257,
İbn.Esîr-kâmil c.1,s.229.
[78] Taberî-Tarih c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.
[79] Taberî-Tarih C.1.S.253.
[80] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.230.
[81] Yâni sabahtan, gün, yarılanıncaya kadar bir aylık,
gün, yarılandıktan, geceye kadar da, bir aylık ki, bir günde, iki aylık yol
alınırdı. (Taberî-Tefsir c.22,s.68-69)
[82] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293.
[83] Dîneverî-El’ahbar s.20.
[84] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.294,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O.
[85] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Sâlebî-Arais s.293.
[86] Nemi: 18-19.
[87] Sâlebî-Arais s.297.
[88] jbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.207, Ebû
Nuaym-Hilyalülevliya c.3,s.1O1.
[89] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.205-206, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym c.4,s.118
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/213-217.
[90] Dîneverî-El’ahbar s.21-22.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/217-218.
[91] Sebe’: 12-13.
[92] Nemi: 15-44.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/218-221.
[93] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243.
[94] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31.
[95] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242.
[96] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31.
[97] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.272.
[98] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.
[99] Sâlebî-Arais s.327, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.
[100] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.31.
[101] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.207.
[102] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326.
[103] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.273, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.242 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7
[104] Sâlebî-Arais s.326.
[105] Taberî-Tarih c.1,s.261, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.207.
[106] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c-8,s.2O7.
[107] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s,31.
[108] Sâlebî-Arais s.326.
[109] Salebi s.326, ibn.Asakir c.6,5.273, ibn.Esîr s.242,
Heysemî C.8.S.207.
[110] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.31.
[111] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.273
[112] Sâlebî-Arais s.326-327, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.13S,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.
[113] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.
[114] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara
c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O.
[115] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.
[116] Sâlebî-Arais s.327.
[117] Taberî-Tarih c.1,s.26l, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.31.
[118] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
ibn.Asakir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7
[119] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3l
[120] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31
[121] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdaratülebrarc.1,s.135, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8.
[122] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.31.
[123] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O3, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118,
İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271.
[124] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.32..
[125] Sâlebî-Arais s.327.
[126] Taberî-Tarih c.1,s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.32.
[127] Mes’ûdî-Murucuzzehebc.1,s.58, Muhyiddin
b.Arabî-muhâdaratülebrar c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.
[128] Sâlebi-Arais s.328, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.244.
[129] Taberî-Tarih c.1,s.262, Sâlebî-Arais s.328,
ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.243, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8
[130] Sebe’: 14.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/221-225.
[131] Yâkubî-Tarih c.1,s.6O, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.99.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/225.